Eğer şiire ilgili iseniz, özellikle son yıllarda bu ismi sıkça duymuşsunuzdur. Hatta kendisi ile çekilmiş fotoğraflarını büyük bir gururla paylaşan kişileri, sosyal medya hesaplarında görmüşsünüzdür. Şiirle ilgili olmayanlar ve ilk defa duyanlar için söyleyeyim, son dönemlerde moda olan 'İslamcı' tabirini bilirsiniz. Her ne kadar bu kelimeyi kullanmayı sevmesem de maalesef kullanmak zorunda kalıyorum. İşte Nuri Pakdil, bu İslamcı Şair tabirini karşılayan, Necip Fazıl'ın devam kuşağı görülen kuşaktan bir insan. 


                                  

Nuri Pakdil, bir dönem kendi kabuğuna çekilmiş, adeta dünya sistemine sırt dönmüş, hiçbir gazeteci ile görüşmemiş ve kendini sadece eserlerine vermiş bir insandı. Benim deyimimle dünya sistemine, köhne insanlığa sırt dönerken, edebiyat meydanlarını da ehli olmayanlara bırakmış bir kişi idi.

O, sırtını dönerken edebiyat her şiir yazdım diyeni bağrına basıyor ve gerçekte şiir olmayan dörtlükleri işte bu şiirdir diye tanıtıyordu. Şimdi her önüne gelenin şiir, roman vs. kitapları çıkarması, Nuri Pakdil ve onun gibi şiire, yazıya meydanlarda sahip çıkmayan edebiyatçılar yüzünden olmuştur. Yine de o benim gözümde popüler kültürün karşısında duran bir ulu çınardı, bir kahramandı.
Taa ki o çok karşı çıktığı kitap imza günlerine katılıp, daha şiir görmemiş çocukların adına imzalar dağıtana kadar... O hiç sevmediği fotoğraf çekinme ritüelini gerçekleştirene kadar...

Evet Nuri Pakdil sahalara geri dönmüştü dönmesine ama bir değişiklik vardı. Şiire meraklı arkadaşlar, yeni moda şairler birbiri ardınca beraber çektirdiği fotoğrafları, adlarına imzalattıkları kitapların fotoğraflarını paylaşıyorlardı. Bir şey vardı bir şey...
Nuri Pakdil resim çektirmezdi ki, kitap imzalamazdı ki... 
Bu insanlar nasıl bu resimleri, imzaları alabilmişti.
Sonra ardı ardına Nuri Pakdil haberleri yayınlanmaya, röportajları yapılmaya başlandı. 
Hatta dizi de konu bile oldu.
Başka bir şey var dedim hep başka bir şey... 

Araştırırken yakın olduğunu düşündüğümüz biri Alzheimer hastalığına yakalandığını, eski düşüncelerini tamamen unuttuğunu söylemişti. 
Pekâlâ olabilirdi ama etrafındakiler nasıl böyle bir şeye izin verirdi ki?
Çok geçmeden böyle bir hastalığa yakalanmadığını teyit ettik.

Bir gün kendisiyle yapılmış bir röportaja denk geldim. Röportaj fotoğraflarını da yayınlamışlardı. Nuri Pakdil öyle bir gülüyordu ki sanırsınız o çok düşkün olduğu Orta Doğu'su gül bahçesine dönmüş.
Röportajı okumaya devam ettim. Okudukça bir bir yıkıldı Nuri Pakdil'in sükût kaleleri. İslamcı, devrimci olduğunu, İslam hakimiyetini istediğini bas bas bağırıyordu röportajda. Ne güzeldi. Biz de zaten tersini söylememiştik. İsterdik ki yıllar süren suskunluk yerine, imza da versin, resim de çektirsin meydanları da boş bırakmasın. Ya sükût savaşını sürdürüp kahramanımız kalsaydı ya da bu yaşta yeni moda şairler gibi imzalarla, resimlerle, tüm sükûtunu bir kenara bırakarak yaptığı konuşmalarla, aldığı ödüllerle, kendini hiç yormasaydı. 

Ya susmasını bilmeli insan ya da üstat Sezai Karakoç gibi er meydanında cenk etmeyi...

Size şunu sormayı çok isterdim: ''Beni muhafazakâr kesimden çok solcu ve Marksist kesim izlemektedir. Muhafazakâr kesim benim anlatım yeteneğimden rahatsız oldu. Anlayamadı. Eksik yorumladı. Bu yüzden benden kopuktur.'' derken acaba neyin kafasını yaşıyordun usta? 
İslamcılar sizi yeni mi keşfetmişti? 

Söylesene usta, imza günlerinde ziyaretinize gelen iman ve aksiyon dolu gençler, genç şairler, baş örtülü bayanlar hangi Marksist kesimin insanlarıydı?

Sahi, her şeyi unutmuş muydun usta? Yoksa sende mi değişiyordun sistemler gibi. 
Ne diyordun sözlerinde; ''Ne emek, ne ekmek; önce kalbimiz bozuluyor çünkü.'' önce kalbimiz...


                                                                 
                                                              乇.乃